Külkedisi masalını hepimiz öğreniriz… Ya çocukluğumuzda kezlerce kere dinlemiş ve hala anımsıyoruzdur ya da çocuklarımıza pek çok kere bu masalı okumuşuzdur; özellikle de kız çocuklarımıza… Öykü muhakkak; üvey annesi ve kız kardeşleri ile yaşayan Külkedisi, bir gece perinin dayanağıyla baloya gider, orada prensle tanışır, gece yarısı olmadan konuta yetişmeye çalışırken kundurasını düşürür, prens o pabucu bulur ve sahibini aramaya başlar. Pabucu herkese sınatır, en sonunda da bizim Külkedisi’ni bulur ve evlenme öneriyi eder, ebediye kadar sarayda mutlu yaşarlar… Ya da yaşayabilirler mi acaba? Külkedisi halinden gerçekten memnun mu? Kendini yeterince özgür hissedebiliyor mu? Daha da geriye gidersek bir prense gerçekten lüzumu var mı? Kim öğrenir…
Masal bu ya diyerek geçebiliriz elbette ama gelin masalı burada vazgeçmeyelim ve adını bu masaldan almış, dünya üzerinde bir hayli kadının yaşadığı veya yaşayabileceği şu belirtiye bir bakalım: Külkedisi Belirtiyi ya da Külkedisi Kompleksi. İlk kere bir Agatha Christie romanında cinayetin sırrını çözerken kullanılan bu terim, daha sonra tüm dünyada yankı uyandırdı ve psikoloji uzmanlarının radarına girmeyi muvaffak oldu. Bağımsız olmaktan korkan, erkeklerin gözetmesine ya da barınağına fakir olduğunu düşünen kadınları anlatan bu belirti, aynı zamanda psikolojik bir bağımlılığın da varlığını dikkat topluyor. Öte yandan, sabırlı olmanın mükâfatını bir erkek tarafından kurtarılmak olarak gören kadınlara da işaret ediyor. Külkedisi Belirtiyi’na sahip olan kadınlar, bir erkeğin gelip yaşamlarının hakimiyetini ele geçirmesini bekliyorlar; ki onlara göre mutlu olabilsinler…
Öbür bir deyişle, Külkedisi Kompleksi, bir kadının asıl bağımsızlıktan korktuğu ve içten içe ‘parlak zırhlı bir şövalyenin ya da beyaz atlı prensin’ gelip onunla ilgilenmesini beklediği psikolojik bir gidişatı ifade ediyor. Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından bir tanı olarak kabul edilmiyor olmasına karşın literatürde Külkedisi Belirtiyi’nu mevzu edinen pek çok araştırmanın bulunması, reelinde gidişatın yaygınlığına işaret ediyor.
Günümüz iş şartlarında da gerek kadın gerekse erkeklerde yaşanan bir gidişat bu. Batı’da uzmanların çokça üzerinde durduğu araştırma yaptığı bu gidişat Doğu kültürünün tesirindeki bizim gibi cemiyetlerde reelinde daha sık tesadüfülüyor. Zira biz kültürel genetiğimizde büyülerin fantastik vakaların, rastlaların bir biletle yaşamı değişenlerin hikayelerini manevileştirerek geliştik. Ayrıca yaşı 35’in altında olan kuşak ailesi tarafından fazla gözetmeci ve aile içinde mesullük almadan, prensler ve prensesler biçiminde geliştirildi. Aile, kendi yaşadıkları negatif tecrübeleri çocuklarına yaşatmamak için fazla gözetmeci davrandı çoğu kere. Hala masallara inanan insanlar, çoğu zaman iş yaşamında da bu yanılgıya düşüyor ve hep o büyülü değişi veya mucizeyi bekliyorlar. Daha doğrusu, kendileri bir şey yapmaktansa, başkalarının veya belirlemedikleri bir şeylerin kendileri için harekete geçmesini umut ediyorlar.
Uzmanların ‘Külkedisi Belirtiyi’ olarak adlandırdıkları bu tavır biçiminde birey tehlike almaktan, kararının artta durmaktansa, galibiyetsizlik fobisi ile harekete geçmeden bekleme halinde kalmayı seçim ediyor. Birilerinin gelip kendisi yerine karar vermesini, temennilerini yaşama geçirmek için yollar açmasını umut ediyor. Birey, kendi hakları için gayret etmek yerine üstlerinin bir gün reeli göreceği umut ve temennisiyle yaşıyor.