Yeni sene kararları dendiğinde uslara genellikle iki başlık kazanç: Artık fayda sağlamayan bir şeyleri vazgeçmek ve fayda sağlayacağı düşünülen yeni alışkanlıklar edinmek. Genellikle bu alışkanlıklar, sağlıklı beslenme, egzersiz yapma gibi emelleri içerse de şahıssel gelişim ve bütüncül iyi oluş için çok daha fazlasına gereksinim var. Ünlü nörologlar, psikiyatrlar ve ruh sağlığı konusunda uzman isimler, yeni bir seneye başlamışken eski senede bırakılması gereken bazı alışkanlıklara dikkat sürüklüyor. İşte 2023 senesinde terk etmemiz gereken 5 alışkanlık:
1. Yeterli D vitamini almamak
Güneş ışığı vitamini olarak da öğrenilen D vitamini, kemik gelişiminden sağlıklı bir cilde, bağışıklık sistemini kuvvetlendirmekten beyin sağlığına bütüncül iyi oluşu destekleyen kritik bir ehemmiyete sahip. Ancak, özellikle kış aylarında eksilen güneş ışınlarının da etkisiyle düşmeye başlayan D vitamini rezervleri uzmanlara göre başta beyin sağlığı olmak üzere beden fonksiyonlarını olumsuz etkiliyor.
New York Times’ın en çok satan kitaplarından biri The End of Alzheimer’s’ın yazarı nörolog Dale Bredesen, insanların bilişsel gerileme yaşadıklarına ve bu vaziyetin sebebinin D vitamini seviyelerindeki düşüşler olduğuna dikkat sürüklüyor. Genel olarak D vitamini seviyelerinin 19-20 ng/mL arasında seyretmektedir. Dr. Bredesen, D vitamini seviyelerinin 30 ng/mL olduğunda fazla kabul edilebileceğini ancak yeniden de reel anlamda iyi hissetmek için en az 50 ng/mL seviyesinin ehemmiyetli olduğunu söylüyor. Yaş almanın etkisiyle gerilemeye başlayan bilişsel fonksiyonları iyileştirmek, demans, Alzheimer gibi hastalıkların yaradılışını önlemek ve sağlıklı beyin gelişimini gözetmek için D vitamini kaynaklarına yönelmemiz gerekiyor. Programlı olarak güneş ışığı alabilmek için sarih havada zaman geçirmek, süt mahsulleri, mantar, balık, yumurta gibi D vitamini açısından zengin besinleri harcamak ve gerekiyorsa desteklerden yararlanmak bu mevzuda ciddi bir ehemmiyet talep ediyor. Dilerseniz D vitamini seviyenizi yükseltmenize dayanakçı olacak tarifleri ‘D vitamini kaynağı besinlerle hazırlanan lezzetli tarifler’ yazımızda bulabilirsiniz.
2. Ağız mikrobiyomunu göz ardı etmek
Ağızda bulunan bakterilerin beyne kadar ilerleyerek beyin fonksiyonlarına hasar verebileceğine dikkat sürükleyen uzmanlar, bunun sebebinin ağzın bedene açılan bir kapı ve mide-bağırsak sisteminin başlangıcı olduğunu söylüyorlar. Fonksiyonel tıp psikiyatristi Dr. Kat Toups’a göre, beyne çok yakın olan ağızda bulunan her şey kolayca beyne doğru hareket edebilir. Bu sebeple oral mikrobiyomunun göz arkasını edilmemesi çok ehemmiyetli.
Ağız ve diş sağlığı söz konusu olduğunda sadece programlı fırçalamanın yeterli olmadığını fark etmek koşul. Dr. Toups’a göre sağlıklı bir beyin gelişimi için ağız mikrobiyomuna iyi bakmak lüzumlu. Şekerli besinlerden ve içkili meşrubatlardan uzak durmak, antiseptik ağız gargaralarını kullanmayı sınırlandırmak ve her gece diş ipi kullanmayı alışkanlık haline getirmek atılması gereken en ehemmiyetli adımlar arasında.
3. Toksik pozitifliğe sıkı sıkıya tutunmak
Pozitif kalmak, kadehin dolu tarafını görmek, umudu kaybetmemek elbette ki özellikle güç zamanların üstesinden gelmeye çalışırken oldukça ehemmiyetli. Ancak, her zaman bereketli değil; özellikle de dozunu kaçırdığımızda. Son zamanlarda sıkça karşımıza çıkan kavramlardan biri olan ‘toksik pozitiflik’ uzmanlara göre iyi oluş halimizi olumsuz etkileyebiliyor. ‘Good vibes only’ akımı doğru tepkiler vermeye yasaklayabiliyor, reellikten uzaklaşmaya neden olabiliyor ve birtakım duyguların bastırılmasına zemin hazırlayabiliyor.
Tutum farklılığı ve pozitif psikoloji uzmanı Sasha Heinz, sürekli pozitif bir ruh hali takınmanın aslında geri tepebileceğini söylüyor ve ilave ediyor: “Karamsarlığın da kendince bir hayli faydası var; zira neyi muvaffak olabileceğiniz ve neyi muvaffak olamayacağınız konusunda asılcı olmanıza dayanakçı olur ve daha büyük galibiyetlere erişmenizi muhtemel kılabilir.” Bu sebeple toksik pozitiflik yerine tüm duygulara alan açan, asıllardan uzaklaşmayan, manilerle, sorunlarla yüzleşen ve çözüm yolları arayan bir davranış geliştirmek gerekiyor. Dilerseniz ‘Toksik pozitiflik: ‘Good vibes only’ tuzağından kurtularak asılcı ve tatmin edici bir yaşama sahip olmanın yolları‘ yazımızdan da esin alabilirsiniz.
4. Her şeye evet demek
‘Hayır diyememek’ çağımızın vebası olarak değerlendirebileceğimiz kadar yaygın bir gidişat. Ne yazık ki karşımızdakini kırmamak veya ayıp olmasın diye düşünerek istemediğimiz bir hayli şeye evet diyor ve kendi zamanımızdan, enerjimizden çalabiliyoruz. Herkesi memnun etmeye çalışırken hayır diyemediğimiz için kendimizi hırpalayabiliyoruz.
Çok satan The Myth of Bayağı kitabının yazarı ve ünlü konuşmacı Dr. Gabor Maté’ye göre insanlar erken çocukluk yarıyıllarında kabul edilebilir olmaları için geçimli olmaları gerektiğini biliyorlar. Bu sebeple kendi istemlerini yok sayıp düşüncelerini, bakış açılarını bastırıyorlar ve hayır diyemiyorlar. ‘Nasıl hayır diyeceğinizi bilmiyorsanız evetlerinizin bir anlamı yok’ diyen ünlü hekim, isteksizce evet demenin olumsuz fizyolojik tesirler yarattığına ve bu sebeple sağlık sınırlar inşa etmek gerektiğine dikkat sürüklüyor. Ayrıca, tabiatın kendimizle öbür insanların istekleri arasına bir set sürüklememizi istediğini belirten ünlü hekim, hepimizin ne isteyip istemediğimize dair kendi duygularımız, kıymetlerimiz, tutkularımız ve bakış açımızla bağımsız insanlar olarak büyümemiz gerektiğini söylüyor.
5. Herkese her şeyi anlatmak
Bir Hayli psikoloji uzmanına göre yaşadığımız duyguları, tecrübeleri bir başkası ile paylaşmak lüzumlu ve ehemmiyetli olsa da her zaman iyi bir fikir değil. Özellikle doğru şahsa doğru ölçüde anlatmadığımızda. Ünlü psikolog Ethan Kross, tüm duygularımızı birine anlatma konusunda daha hassas davranmamız gerektiğine dikkat sürüklüyor: “Duyguları bir başkasına açmak, iki şahıs arasındaki ilişkiyi, duygusal bağı, dostluğu kuvvetlendirmek için yararlıdır. Karşınızda sizi dinlemeye istekli olan ve size zaman ayıran biri olduğunu öğrenmek iyi hissettirir. Ancak, bu paylaşım durduğunda karşılaştığınız rastgele bir sorunu çözmek için ikinci bir tasarınız olmayabilir.”
Öbür bir deyişle özellikle olumsuz duygu ve gidişatları yaşarken tasamızı paylaşmak iyi hissettirse de sık sık bu mevzuda bir başkasından destek aldığımızda sorunlarla tek başımıza baş etme kabiliyetimizi kaybedebilir ve paylaşımda bulunmadığımızda ne yapacağımızı donakalabiliriz. Bu sebeple paylaşım dengesini kurmak ve herkesle her zaman şeyi paylaşmamak aslında sanıldığından çok daha ehemmiyetli. Zaman zaman kendimizle baş başa kalmak, daha değişik bakış açıları kazanmamıza ve seçenek çözüm yolları bulmamıza dayanakçı olabilir.